[Tesneem]: Haftalık gerçekleştirdiğimiz İslami çalışmalar konferanslarından birinde, imamın söylediği kelimeler kulaklarıma geldiğinde, bütün konsantrasyonumu kaybetmeye başlamıştım. “… Ve bu yüzden kadınlar Kuran'ı ezberlememeli.” O az önce ne demişti? O yıl Kur'an-ı Kerim'i kendi kendime ezberlemeyi daha yeni bitirmiştim, bu yüzden sandalyeme oturup kalakaldım. “Kız kardeşim Kuran'ı ezberledi” dedi ve devam etti, “Ama yeni doğan bebeği ile o kadar meşguldü ki, ezberini tekrar edecek zamanı yoktu ve şimdi hepsini unuttu. Bu yüzden, Kur’an’ı ezberlememek kadınlar için daha iyi olur, çünkü çocukları yetiştirirken ezberlerini muhafaza edemezler.” Şaşkınlığımı gizleyemedim ve hemen cevap verdim: Kur’an'ı ezberleyen ve herhangi bir sebepten ötürü ezberini koruyamayan birçok erkek biliyorum. Ancak bu ani çarpışma zihnimi kaplamıştı: Kuran'ı ezberlemek ve çocukları büyütmek gibi eş zamanlı yapılabilecek en güzel iki ameli işleme konusunda nasıl kadınların cesaretlerini kırmaya çalışırdı ki? Sanki o anda bende bulunan ilham, güç ve sükûnet -Kuran'ı ezberlemek için ayrılan bitmek bilmeyen saatler ve özveri- adına ne varsa, oradan bir şeyler koparmıştı ve kendimi güçsüz hissetmeme neden olmuştu.
Müslüman toplulukların cinsiyetle alakalı bir sorunu olduğunu inkâr edemeyiz. Bir yandan müslümanlar,
cinsiyet konusuna gelindiğinde gördükleri (hem büyük hem de küçük) haksızlıklar nedeniyle hayal kırıklığına uğruyorlar; öte yandan birçok müslüman erkek (ve bazı kadınlar), müslüman feminist hareket içinde büyümekte olan bir kesimin, bütün erkekleri cinsiyetçi olarak suçladığını ve din de dahil olmak üzere tüm kurumların doğuşunda kadın düşmanlığının olduğunu savunduğunu gördüklerinde kızgın hissediyorlar.Feminizm Nedir?
Féminisme terimi 19. yüzyılın sonlarında Fransa'da ortaya çıkmış ve hızlı bir şekilde diğer Avrupa ülkelerine yayılmış, nihayet 1910 yılında Amerika'ya ulaşmıştır. Orijinal Fransızca terim, kavramın kökenini ortaya koymaktadır: ‘’femme’’ kelimesi “kadın”, ‘’–isme’’ eki ise sosyal veya politik bir ideoloji anlamına gelmektedir. Yine de en başından beri feminizm etiketi, anlamı üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle çoğu kadın tarafından kolayca benimsenmemiştir. Bu nedenle, başlangıcından beri feminist olmanın ne anlama geldiği, kültür ve siyasetin bir fonksiyonu olarak sürekli değişkenlik arz etmekteydi. Yine de bu ideolojinin bazı yönleri nispeten tutarlı kalmıştır: Genel olarak feminizm, cinsiyetle ilgili beklentileri ve eşitsizlikleri sorgulamaya çalışmaktadır. Her halükârda bu hareket “kadın olmanın” ne demek olduğu hakkındaki devrimci değişimleri temsil eden bazı kollara ayrılarak bölümler halinde gelişmeye devam etmiştir. Bu hareket, zaman zaman kadınların eşit kariyer fırsatlarına sahip olabilmeleri için çağrıda bulunmayı; bazen de dini anlayışlara kök salmış olan cinsiyete yönelik yaygın ayrımcı tutumları reddetmeyi içermiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde özellikle ana akım beyaz feminizm tarihi genellikle dalgalar halinde tanımlanmaktadır. İlk dalga feminizm, kadınların oy hakkı için bir hareket olup, önde gelen şahsiyetlerden Elizabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony tarafından 1848 Seneca Falls Sözleşmesi'nde ortaya konmuştur. Bu dalga sanayileşme bağlamında ortaya çıkmış ve kadınlar için eşit iş fırsatlarına odaklanmıştır. İkinci feminizm dalgası, 1960'larda ve 1970'lerde hem savaş sonrası hareketlere hem de sivil haklar hareketine sıkı sıkıya bağlı olmuştur. Son olarak, 1990'lardan başlayarak feminizm, diğer pek çok hareket gibi post sömürgecilik sorunlarıyla uğraşan üçüncü dalgasına girmiştir. Elbette dünyadaki kadınlar, “feminist” olarak etiketlenmiş olsun ya da olmasın, tarih boyunca her zaman kendileri ve aileleri için mücadele etmeye devam etmişlerdir.
Feminizm gelişimine doğal olarak devam etmiştir. Bugün, birçok farklı hareket, dava ve grup, terim ve terimin değeri üzerinde hak iddia etmiş ve diğer sosyal adalet fikirleri gibi uygulamaya geçirme alanında birleşmişlerdir. Şimdi, kendilerini feminist olarak tanımlayanların bu terim üzerinde deneyimleriyle bilgi sahibi oldukları kendilerine has bir anlayışları vardır. Bazı feministler cinsel saldırılara ve hakkı verilmeyen ücretlere karşı konuşmakta iken; diğerleri ise beyazlık ve sınıf ayrımcılığı nedeniyle bu hareketi bir bütün olarak eleştirmekte ve aynı zamanda hareketin içinde kendilerine eşsiz bir alan istemektedirler. İlk zamanlar cinsiyet ve eşitlik ile alakalı bir hareket olarak tanımlanan şey, bu iki terim ile alakalı farklı fikirlerin yanı sıra; ırk, sınıf, din, vatandaşlık, savaş, emperyalizm ve ‘’cinsiyet ve eşitlik’’ ile alakalı daha pek çok konu ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Feminizm, kendi tarihinin eleştirisi ile tanımlandığı gibi, kendi tarihiyle de tanımlanmaktadır.
Özellikle Müslüman feminist hareketi eleştirenler; cinsiyet merkezli baskıya dair kaygılarla başlayan, bu baskıları din ile bağdaştırarak devam eden ve en sonunda da dini kurumlar ve doktrinlerin doğuştan ataerkil ve kadın düşmanı olduğu algısı nedeniyle inancın tamamen terkedilmesi ile sona eren kaygan bir yamaca doğru takipçilerini sürüklediğini savunmaktadırlar. Bu iddia genel itibariyle, feminist projenin bazı temel görüşlerinin esas olarak dine uymadığı ve hatta İslam ile uzlaşamayacağı gerçeğine dayanmaktadır (Örneğin, tüm cinsiyet farklılıklarını sosyal etkenler ile açıklamaya çalışmak veya herhangi bir farklı cinsiyet rolünün toptan reddedilmesi). Dolayısıyla feminizmin muhalifleri, bu ideolojiyi benimseyen bazı kimselerin İslam topluluğundan ayrılabileceği ya da ayrılmaya eğilimli olabileceğini savunurlar. Bu çalışmada, gördüğümüz problemi tanımlamaya ve bizim geleneğimizde kök salmış olan ileriye yönelik en etkili yöntemleri değerlendirmeye çalışacağız.
Problem
Peki neden bazı müslüman feministler İslam'ı terk etmektedirler? Bu sorunun sadece bir cevabı olmamakla birlikte, fayda sağlayacak bir ilk adım olarak şu soruyu sormak gerekebilir: “Bazı müslüman kadınlar, müslüman bölgeleri neden terk ediyorlar?” ‘’2014 Unmosqued’’ araştırması, bugün ABD'de başarılı bir müslüman topluluğunun sürdürülmesiyle ilgili zorlukları değerlendirmek için ülke çapında camileri incelemiştir. Temel sonuca göre müslüman kadınlar bu zorluklardan en çok etkilenenler arasında yer almaktadır. Cuma namazı gibi çeşitli vesilelerle camilere gitme oranının son on yıldaki ortalamasına göre kadınların katılım oranı %18 iken erkeklerin katılım oranı %77 olarak bildirilmiştir. Tabii ki bu kısmen Cuma namazına iştirakin kadınlar için değil, erkekler için zorunlu olması gerçeğinden kaynaklanıyor olsa da veriler genel olarak camilerin kadınlar için çok da gidilmeye elverişli yerler olmadığını öne sürmektedir. Birçok cami kadınlara yönelik programlar içeriyor olsa da kadınların sadece % 4'ü bu programlara ve faaliyetlere öncelik vermiş ve camilerin de sadece % 3'ü kadın grupları ve derneklerine öncelik vermiştir. Şunu tarihsel olarak büyük ölçüde biliyoruz ki kadınların sesleri; etkinliklerde, konferanslarda ve diğer platformlarda güçlü olmasına rağmen cami içindeki faaliyetlerde kadınların temsil konumunda olmaları asgari düzeyde kalmıştır. Camilerdeki mevcut alan sorunu da bu soruna büyük ölçüde etki etmektedir: Birçok camide kadınlar için ayrılmış yeterli alan yoktur ve kadınlar genellikle ya sıkışık ve sağlıksız ya da
ulaşılması çok zor olan mescid alanlarıyla uğraşmaktadırlar.Bu mescidler dışında, tüm kadınlar gibi Müslüman kadınlar da
ev içi şiddet ve cinsel taciz de dahil olmak üzere hem evde hem de toplumda çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bazı durumlarda bu suistimallerin failleri, eylemlerini meşrulaştırmak ve kendilerini aklamak için dini kullanırlar ki bu, yalnızca İslam'a özgü olmayan bir problemdir.Ve son olarak, müslüman kadınlar tüm müslümanların -özellikle de görünürde müslüman olanların- karşı karşıya kaldıkları, islamofobiyi arttıran çatışmaların yükünü taşımaktadırlar. Amerikalı müslümanlar hakkında yapılan 2017 ISPU araştırmasına göre, müslüman kadınların Trump sonrası dönemde nefret suçlarından ve bariz bir şekilde islamofobiden muzdarip olma ve bunu rapor etme ihtimallerinin çok yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Dolayısıyla, bunun bizi karşı karşıya bıraktığı şey, içinde müslüman kadınların tam potansiyeline ulaşmalarına ve anlamlı katkılarda bulunmalarına izin veren ve buna katkıda bulunan çok az sayıda alanın bulunduğu bir topluluktur. Kesin bir şekilde ifade etmek gerekirse, bazı müslüman kadınlar bu zorluklara rağmen üstünlük ve başarı elde etmek, inançlarını temsil etmek ve kendi toplumlarına liderlik yapmak amacıyla kendi imkanlarını kullanmaya devam etmektedir. Ama çoğu zaman, -kendi toplumlarında bulabildikleri desteğin, kaynakların ve hem gerçek hem de mecazi anlamdaki alanların eksikliği de dahil olmak üzere– kendi endişelerini ciddi anlamda başka alanlara yönlendirmekte ve bu endişeleri, ataerkil sistemlere karşı daha geniş bir feminist mücadele bağlamına yerleştirmektedirler. Burada genellikle cazip olan şey, ideolojinin kendisi olmak zorunda değildir. Önemli olan, islâmî alanların çoğunda gündemde olmayan ancak müslüman kadınların karşı karşıya olduğu haksızlıkları dile getirme imkanını bulmaktır.
Öyleyse Ne Yapmamız Gerekir?
Bazı müslümanlar, kadınların özgürlüğünü batının sosyokültürel normları üzerine yükleyen bir İslami feminizm markasını desteklemekte ve bu normları genel geçer doğrular olarak kabul edip Kuran ve Sünnet'in cinsiyet ile ilgili hükümlerinin geçerliliğini bu normlar üzerinden sorgulamaktadırlar. Bu kimseler müslümanların “feminizm” etiketli her şeyi benimsemeleri ve toplumun cinsiyetle ilgili problemlerini çözmek için bu ideolojik gruba gönülden bağlanmaları gerektiğini savunmaktadırlar. Bu arada diğer müslümanlar da feminizmi, İslam'ın bütünlüğüne karşı yabancı bir tehdit olarak görmekte ve bunu, müslümanların dini geleneklerini değiştirip batılı özgür düşünceyi ve batı standartlarını benimsemeye zorlayarak, bütün temel İslami değerleri kademeli olarak aşındıracak bir zehir olarak değerlendirmektedirler. Bu insanların bir kısmı ise, gayretlerini tamamen feminizmin reddedilmesi meselesine verip kadınların feminist kamplara yönelmelerinin altında yatan temel meseleleri ele almayı ihmal etmektedirler.
Feminizmin ideolojik kökenleri hakkında ve hem kökenleri hem de mantıksal amaçları açısından imanla olan potansiyel çelişkileri konusunda kendimizi eğitmemiz elbette önemlidir. Bu eğitim, muhalefet ederken dikkatli olmanın ve eleştirilerimizde karakterimizi yansıtabilmek için kendimizi teşvik etmenin bir parçasıdır. Aynı zamanda kadınların dinini terk etmesinin başlıca nedeni olarak feminizme odaklanmak, en az iki nedenden dolayı problemlidir: 1) Bu ifadeler müslüman kadının fikren yabancılaşmasının bir belirtisini göstermektedir, yoksa temelde yatan nedenleri içermez, 2) Zaten müslüman toplum içerisinde kendilerine uygun bir yer olmadığını düşünen kimseleri daha da uzaklaştırma riskini barındırmaktadır.
Bazı müslüman kadın ve erkeklerin seküler feminizme yönelme sebeplerini ele almak daha da acil bir meseledir. Topluluğumuzda yer alan ve kökleri İslam'a dayanmayan toplumsal cinsiyet kurallarını kabul etmek ve küçük-büyük tüm cinsiyet ayrımcılığı tarzlarını bir kenara atmak yerine, müslüman kadınlara izin veren ve İslami gelenekteki (geçmişte, şu anda ve gelecekte) merkezi konumlarını kabul eden bir ortam oluşturmaya odaklanmalıyız. Feminizmin İslam ile uyumlu olmamasının ve olamayacağının bütün nedenlerini tasvir etmeden önce, İslam’ın cinsiyet meselesine yaklaşımını anlama çabalarımızı ikiye katlamalı ve bunu ailelerimiz, camilerimiz, teşkilatlarımız ve topluluklarımızda tatbik etmeliyiz. Müslümanları imandan uzaklaştıran kadın veya erkek feminist bir gulyabaniyi suçlamak yerine, öncelikle nebevi düsturlara uygun bir şekilde davranmaya çalışmadığımız için kendimizi sorumlu tutmalıyız.
Nebevi Örnek Nedir?
Güzelliğine ve mükemmelliğine rağmen nebevî örnek, ironik bir şekilde, kadınlara yönelik olumsuz muameleyi teşvik etmek için sıklıkla suiistimal edilmektedir. Çoğunlukla Cuma hutbelerine ve akşam konferanslarına, kadınların aşağılıklarını ima eden ve kadınların kendi toplumlarına tam katılım sağlamalarını engelleyen, bağlamından koparılmış hadisler serpiştirilmektedir. Örneğin, görünüşte kadınların ‘’nâkısâtu’l-akli ve’d-dîn’’ yani “akıl ve din bakımından eksik” olduğunu iddia eden hadisi ele alalım. Bu hadisler, erkeklerin liderlik etmek için her durumda daha üstün ve daha uygun olduklarını dinleyicilere hatırlatmak amacıyla sayılamayacak kadar çok sayıda kullanılmıştır. Ancak çoğu zaman Efendimiz (sav)’in bu sözünün cinsiyet ile alakalı bir konuşmada söylenmediği, daha ziyade sadaka konusu ile alakalı bir bağlamda zikredildiği gözden kaçırılmaktadır. Allah Rasulü (sav) bu hadisi bir bayram gününde, namazdan sonra erkeklere ve kadınlara vaaz ederken söylemiştir. Efendimiz (sav) erkeklere dönmüş ve Allah’ın (cc) rızasını kazanma niyetiyle infakta bulunmaları için onlara çağrıda bulunmuştur. Daha sonra kadınlara dönmüş ve onları teşvik etme niyetiyle kadınların âdet ve benzeri özel hallerinde namaz ve oruçtan sorumlu olmadıklarını üstü kapalı bir şekilde ima ederek erkekler gibi onların da sadakalarını arttırabileceklerini hatırlatmıştır. Böylece Peygamber Efendimiz (sav), bağışlarını arttırmaları konusunda onlara tavsiyelerde bulunarak kendilerini Allah'a yaklaştırabilecek başka fırsatlara işaret etmiştir. Sözlerinin ardındaki niyet, fiilen orada bulunan şahitler tarafından hemen anlaşılmıştır. Zeyneb Binti Ebu Muaviye, Peygamber Efendimiz (sav)'in tavsiyesine uymak ve malından infakta bulunmak için bayram namazından sonra derhal evine geri dönmüştür. Hadisin söylendiği bu önemli bağlam bize şunu göstermektedir: Peygamber Efendimiz (sav), kadının erkeklere nispeten göreceli değeri veya kapasitesi hakkında herhangi bir ontolojik beyanda bulunmadığı gibi, aynı zamanda yaratılış itibariyle erkeklerin kadınlardan üstün bir hiyerarşik sınıfta olduklarını da söylememiş, daha ziyade kadınlara, bu özel durumdayken, diğer alanlardaki sorumluluklarının azalması ve erkekler üzerindeki muazzam etkileri sebebiyle hayırda öncülük yapmaları için bir tavsiyede bulunmuştur.
Şimdi, ortalama bir imamın ya da bir din öğretmeninin, kadınların toplumda akademisyen ve lider olma yeteneklerinin olduğu düşüncesine cemaatini yönlendirdiğini hayal edin. Hatta ortalama bir cami veya kurumun yönetim kurulunun sadece bir faraziye olarak değil, aynı zamanda hem erkek hem de kadınlardan müteşekkil bir kurul oluşturup tüm üyelerin seslerine değer vererek ve onların endişelerini eşit olarak değerlendirerek pratikte bunu uyguladıklarını hayal edin. Biz bu gerçeklikten çok uzağız. “Ataerkillik” çağrısında bulunmak genellikle kendi endişeleri ciddiye alınmayan ve kendilerini toplumlarının ayrılmaz bir parçası olarak görmeyen kadınların hüsrana uğramalarını temsil etmektedir. Feminizme karşı savaşmak, toplumumuzda kadınların gündeme getirdiği her şikâyeti feminizm ile etiketleme yoluyla kadınları itibarsızlaştırmaya ve susturmaya çalışan kimseleri istemsiz olarak harekete geçirebilir.
Peygamber Efendimiz (sav), kadın sahabilerden bir şikâyet aldığında, onları dikkatle dinlemiş ve meseleyi çok ciddiye almıştır. Örneğin, kocasının kendisine yönelik haksız davranışlarından şikâyet eden Havle Binti Sa’lebe'nin (ra) hikayesini ele alalım. Şikâyetine verilen cevap, bir örnek olarak kıyamete kadar Kuran'da muhafaza edilmesi için Allah’tan (cc) başkasından gelmemiştir: ‘’Allah, kocası hakkında sana müracaat edip seninle tartışan ve halini Allah’a arzeden o hanımın sözlerini işitti (ve müracaatını kabul buyurdu). Allah, aranızda geçen konuşmayı işitiyordu. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla görendir.’’ (Mücadile 58/ 1) Bu ayette ve takip eden ayetlerde Allah Teala (cc), sadece Havle'nin şikayetini kabul etmekle kalmayıp aynı zamanda Kur’an’da adının verildiği surede ilgili bölüm boyunca şikayetini meşrulaştırarak ve bir çözüm sunarak çok güzel bir model ortaya koymuştur.
Meselenin aslına bakacak olursak, müslüman kadınlar
tarih boyunca ilmi meselelerde önde gelen isimler ve çeşitli alanlarda yetkin aydınlar olmuşlardır. Kendi muadili olan erkeklerin hadis ve içtihad ile alakalı ifadelerine düzeltmeler yapan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in de hanımı olan Hz. Aişe (ra) ve savaşta Hz. Peygamber (sav) ile birlikte savaşan Nesîbe Binti K’ab’dan, zamanının en karmaşık matematiksel denklemlerinden bazılarının çözümlerini bulan Sutayta el-Mahamli'ye ve krallığını muhafaza eden Zaria Kraliçesi Amina’ya kadar müslüman kadınlar kendi topluluklarına hizmet etmede benzersiz modeller ortaya koymuşlardır. Ancak böyle zengin bir tarihe rağmen, bu kadınların yapmış olduğu katkılar hakkındaki bütün hatıralarımızı silmeyi başardık ve kadınların hikayelerini kendi beklentilerimiz doğrultusundaki çizgiye çekerek marjinal şahsiyetler olarak yeniden yazdık. Günümüz neslini güçlendirmek ve hem başkalarına hem de Allah'a (cc) hizmet etmede tam potansiyeli açığa çıkarmak için gelenleri desteklemek amacıyla bu örnekleri yeniden canlandırmak ve genciyle yaşlısıyla kadınlarımıza güç ve motivasyon aşılamak bize kalmıştır.İleriye Yönelik Yapılabilecekler
"Feminizm" etiketi altında gelişen birçok fikir müslümanlar için sorun oluşturabilir hatta bazıları İslam'a aykırı bile olabilir. Fakat gerçek şu ki, ideolojinin aşırı uçlarında İslam dini ve ahlaki prensipleriyle açıkça çelişen çok sayıda seküler anlayış bulunmaktadır. Bu ideolojilerin tuzaklarından kurtulabilmemizin tek yolu etiketlerin ötesine bakmak, fikirlerin kendisini değerlendirmek ve geleneğimizdeki sağlam kaynaklara dayanarak onlara yaklaşmaktır. İslam’a, onun kaynaklarına ve metodolojisine güvenirsek, bu fikirlerle yüzleşebiliriz. Ancak o zaman, iyi olanı onaylamak ve dinimizle uyuşmayan şeyleri ayıklamak için karmaşık nazariyeleri tasnif edebiliriz.
Ancak şunu da kabul etmeliyiz ki, müslümanların tamamını bırakın, pek çoğu bile bu sağlam temele sahip değildir. Bu nedenle, dini meseleler içinde debelenen kimselerin eleştiri yöneltebileceği ve sorular sorabileceği alanlar sağlamak için imamları ve topluluk liderlerini eğitme çabalarımıza odaklanmalıyız. Batılı ideolojiler tarafından beyinlerinin yıkanmış olduğu ithamında bulunarak gerçek kaygılarının üstünü örtmeden herkesin -özellikle kadınlar, gençler, ihtida edenler ve marjinalleştirilen diğer kişilerin- İslam hakkındaki şüphelerini ve korkularını dile getirebilecekleri platformlar oluşturmalıyız. Bu şüpheler; kendi kusurlarımız, insan olarak eksikliklerimiz ve nebevi örnekliğe ulaşmadaki başarısızlığın bir sonucu olduğuna göre onları tanımak ve gidermek zorundayız. Biz bunu yapmadığımız sürece, kendi cami ve cemaatlerinde kendilerini tam olarak ifade edemeyenler, kuşkusuz aradıkları cevapları verecek olan yollara yöneleceklerdir.
1Estelle Freedman, No Turning Back: The History of Feminism and the Future of Women, New York, The Random House Publishing Group, 2002, s. 18.
4Mary Kassian, The Feminist Mistake, Wheaton, Good News Publishers, 2005, s. 11.
5 Charlotte Krolokke ve Anne Scott Sorensen, “Three Waves of Feminism: From Suffragettes to Grrls,” in Gender Communication Theories & Analyses: From Silence to Performance, Thousand Oaks, Sage Publications, 2006, s. 1–25.
6 İlgili konular için bkz: Kimberle Crenshaw, “Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Politics,” University of Chicago Legal Forum 1989:1, s. 8. Bkz: http://chicagounbound.uchicago.edu/uclf/vol1989/iss1/8
7Örn. Bkz: https://muslimskeptic.com/2017/09/19/grave-implications-feminist-islam/
8http://www.unmosquedfilm.com/the-facts/
9 Dalia Mogahed ve Youssef Chouhoud, “American Muslim Poll 2017: Muslims at the Crossroads,” Institute for Social Policy and Understanding, https://www.ispu.org/american-muslim-poll-2017/
10 Bu hadis, Yaqeen’de yayınlanmak üzere olan başka bir yazıda daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır.
11Bu hadislerin kadın düşmanlığı söylemlerinde kullanılmasını eleştiren günümüz ilim adamı Şeyh Salman Awdah şöyle demiştir: “Dindeki azlık (nuksânu’d-din), dindarlıkta (tedeyyun) eksiliği gerektirmez; doğrusu dindarlıkta erkekleri geçen pek çok kadın vardır. Bu ifade daha ziyade, âdet döneminde namaz kılmadığı veya oruç tutmadığı için kadının daha az mükellef olması hakkındadır (tahfifu’t-teklîf).” Erişim Tarihi: 11 Ocak 2016. http://www.islamtoday.net/albasheer/artshow-12-221128.htm
12 Endülüs’lü fıkıh alimi İbn Hazm (ö. 456 H), bu tür bir iddiayı savunan herhangi bir erkeğin kendisini Hz. Meryem, Hz. Ayşe, Hz. Fâtıma, Hz. Musa'nın annesi ve Hz. Sare gibi saygın İslami şahsiyetlerle kıyaslandığında, zekâ ve dinen onlardan daha aşağıda olduğunu itiraf etmesi gerektiğine işaret ederek, bu hadisin ontolojik bir tanımlama olarak ele alınmasının yanlışlığını izah etmiştir. Allah Rasulü (sav)’in ifadesinin sadece namazlarda ve oruçlarda mükellefiyetin azaltılması ve şahitlikteki farklılığı ifade ettiğini ve tüm bunların kadınlara yönelik bir eleştiriyi gerektirmediğini açıklamıştır. Kaynak: Kitabu’l-fasl fi’l-milal ve’l-ehvâ’ ve’n-nihal, c. 4, s. 104, Erişim Adresi: http://www.islamport.com/w/aqd/Web/2595/552.htm