Allah'ın, kayıtsız şartsız bir şekilde kafirlere de merhamet etmesi gerektiği düşüncesi, O'nun adaletiyle telif edilemeyeceği için problemli bir düşüncedir. Eğer Allah, merhametine layık olabilmeleri için kullarına şart koştuğu hususların tamamından vazgeçerse, iyilikmiş gibi görünse de aslında bu, O'nun adaletine terstir. Nitekim Allah (cc), Kur'an'ın farklı yerlerinde, farklı kelime ve üsluplarla bu hususu tekrar tekrar ifade buyurur:
''Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme!''
''Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?''
''Biz hiç, Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenleri suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız? Neyiniz var, nasıl olur da böyle bir şey iddia edebilirsiniz? Nasıl hüküm veriyorsunuz öyle?''
Allah'ın isimleri ve sıfatları birbiriyle mütenasiptir, aralarında tenakuz yoktur. Bu nedenle, Allah'ın engin rahmet ve merhametinin bahsedildiği yerlerde, O'nun adaleti de zikredilmiş ve bu geniş rahmet, mutlak adaletle birlikte anlatılmıştır. Örnek olarak Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurur: "Rahmetim her şeyi kapsamıştır. Rahmetimi (âhirette) Allah’a karşı gelmekten korunan, zekât veren ve özellikle bizim âyetlerimize iman edenlere nasib edeceğim."
İbn-i Ebi Cemre (ö.599 H) (r. anhü) bunu şöyle açıklar: "Allah dilerse herkese rahmetiyle muamele edebilir. Ancak kime merhamet edeceğine yine kendisi karar verecektir''. Bir başka yerde Yüce Allah şöyle buyurur: ''Muhakkak ki Allah'ı rahmeti, iyilik edenlere yakındır''.
Allah Rasulü (sav) Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: ''Allah, sadece merhametli kullarına rahmetiyle muamele eder''. Binaenaleyh, kusursuz bir adalet ve hikmete sahip olduğu içindir ki; Rabb-i Rahim'imiz, kendisine itaat edip hayatını din-i mübin-i islama adayanlarla, kendisine isyan edip islama savaş açanlara farklı muamele buyurur. İnsanlar arasında dürüst bir vatandaşla kanunsuz bir mafya elemanına eşit muamele etmek saçmalık ve zulüm kabul edildiğine göre, alemlerin Rabb'i hakkında zannımız ne olabilir ki?
Dikkat edin, sahabe efendilerimiz (r. anhum), kalbi tir tir titreyen o anneden bahsederken ''Hayır ya Rasullallah. Onu atmama imkanı oldukça, atmaz'' demişlerdir. Aynen öyle de Allah (cc), rahmeti gereği kullarını asla Cehenneme atmaz. Ama O, aynı zamanda kusursuz bir adalete sahiptir. Bu adaleti de cehennemi gerektirmektedir. Kul, cehenneme müstehak olacak işler yapmadıkça Allah hiçbir kulunu cehenneme atmaz.
Allah'ın insanlara peygamberler ve kutsal kitaplar göndermesi, onlara kendisini tanıtması ve rehberlik etmesi, O'nun insanlara olan merhametinin en büyük göstergesidir
Allah'ın Kur'an'ı vahyetmesi ve o kitabı insanın kalbine yerleştirip onu iman ettirmesi, bir insanın nail olabileceği en büyük merhamettir. Yüce Allah şöyle buyurur: ''(Ey Rasûlüm,) de ki: Ancak Allah’ın fazlı (lutfu ve keremi) ve rahmetiyle, evet sadece bununla sevinip ferahlasınlar. Çünkü bu, onların dünyalık olarak toplayıp biriktirdikleri her şeyden daha hayırlıdır.'' İbn-i Abbas (ra) ve diğer bazı alimler, bu ayette geçen Allah'ın fazlı ifadesini ''Kur'an'', O'nun rahmeti ifadesini de ''İslam'' anlamında tefsir etmiştir. Bu ikisinin de geri kalan herşeyden daha hayırlı olduğu barizdir. İşte bu, paranın satın alamayacağı bir hayat, hiçbir dahinin bile keşfedemeyeceği kadar bir incelik ve berraklık, asla hayal kırıklığına uğratmayan bir sistem, annelerin bile sağlayamayacağı konfor, her sıkıntıyı ve endişeyi ortadan kaldıran güç ve hiçbir trajedinin zarar veremeyeceği bir huzurdur. Bu dünyadaki faydalarının yanısıra, ahirette de insanın cennete girmesini sağlayacak olan yine aynı merhamet ve rahmettir. Aleyhiekmelüttehaya Efendimiz şöyle buyururlar: ''Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez''. Ashab-ı Kiram efendilerimiz ''Sen de mi ya Rasulallah?'' diye sorunca, ''Evet ben de. Eğer Rabbi'm beni rahmetiyle kucaklamazsa, ben de giremem'' diye cevap vermiştir.
Bu dünyada, sadece Allah'ın merhameti ve lutfu ile insanlar salih amel işlemeye güç yetirebilirler. Bu sıradan ve basit iyiliklerin, paha biçilemez cennete sonsuza kadar kabul edilmeyi sağlayabilmesi de yine, sadece O'nun merhamet ve lutfu ile mümkün olabilir. Başka bir deyişle Allah Teala, elçisini alemlere rahmet olarak göndermiş, sonra müslümanların bu elçinin getirdiği dini samimi bir şekilde benimsemesini nasib ederek merhametini sergilemiş, en nihayet bu basit fiile çok ciddi ve ebedi bir ödülle mukabele ederek rahmetini en üst seviyede tecelli ettirmiştir. Bu minvalde. Aleyhiekmelittehaya Efendimiz başka bir yerde ayrıca şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah gök ve yeryüzü ehlini cezalandıracak olsaydı, bunu yaparken zulmetmiş olmazdı. Eğer onlara merhamet edecek olsaydı, bu merhamet, insanların fiillerinin karşılığı olarak değil, O'nun rahmetinin bir tecellisi şeklinde olurdu.
Sunulan bu imkanı ellerinin tersiyle reddedip Allah'a isyan edenler, aslında ikram etmeyi ve vermeyi seven Allah'ın rahmet ve merhametini reddetmiş, kendilerini bu merhametten uzaklaştırmış ve Allah'ın rahmetiyle muamelesi yerine kendi fiillerinin karşılığıyla muamele görmeyi tercih etmiş olurlar. Efendimiz (sav), mübarek dudaklarından dökülen bir inci tanesinde şöyle buyururlar: ''Affetmeyi Allah'tan daha çok seven hiçbir kimse yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, Allah pekçok mübeşşirler ve munzirler göndermiştir''.
Bununla birlikte, bazı insanlar inkar ettikleri cezaya muhatap olmak zorunda kalacakları bir şekilde yaşamakta ve sınırsız bir eğlenceyi alışkanlık haline getirmeye devam edecek bir üslupta davranmakta, bu yanlış yollarda yürümekte kendi özgür iradeleriyle inatla ısrar etmektedirler. Bu sebepledir ki Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Benimle sizin durumunuz, şuna benzer: Ben sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum, ama tüm uğraşlarıma rağmen siz elimden kayıp ateşe gidiyorsunuz.”
İbn-i Cevzi (ö.597 H) (r. anhü), Keşfu-'l Müşkil adlı kitabında şöyle bir açıklama yapmıştır:
''Peygamberleri göndermesi ve günahkarlara mühlet vermesi, Allah'ın herşeyi kuşatan rahmetinden kaynaklanmaktadır. Ancak kâfir, O'nu inkar ederse, isyan deryasına yelken açmış ve dolayısıyla da kendisini, rahmet denizinden mahrum bırakmış olur. O'nun merhametine layık olanlar, sadece O'na iman ede kullarıdır. Annenin çocuğuyla özenle ilgilenmesinden daha da fazla Allah, hem zor hem de kolay zamanlarında mü'min kullarıyla ilgilenir. ''
İbn-i Cevzî'nin bu sözleri, bu konunun daha da açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olan önemli bir ayrım yapmaktadır. Demek ki, Allah'ın mesajını sadece inat ve ısrarla reddedenler ahirette Allah'ın rahmetinden mahrum kalacaklardır. İlahi mesaj kendilerine ulaşmamış olan veya ulaşsa da mesajı doğru anlaması önünde engeller bulunan kişilere gelince, bunlara mü'minlerle eşit bir seviyede kurtulma ve rahmetle muameleye tabi tutulma imkanı verilecektir. Kainatın İftihar Tablosu Efendimiz (sav) bir mübarek beyanlarında şöyle buyururlar:
"Kıyamet Günü'nde dört kişi (kendileri için) mazeret beyan ederler: Hiçbir şey işitmeyen sağır, ihtiyarlıktan bunamış yaşlı, deli ve fetret döneminde ölmüş olan kişi. Sağır olan derki: Ey Rabb'im, İslam geldiğinde ben hiçbir şey işitmiyordum. Deli olan der ki: Ey Rabb'im, İslam geldiğinde çocuklar bana dışkı atıyor (beni kovalıyorlar)dı. İhtiyarlıktan bunamış olan der ki: Ya Rabb'i, İslam geldiğinde ben hiçbir şey anlamıyordum. Fetret döneminde ölen ise şöyle der: Ya Rabb'i, bana herhangi bir Rasul gelmedi. Bunun üzerine Allah onlardan, kendisine itaat edeceklerine dair söz/misak alır ve onlara: Ateşe girin!.. diye emredecek bir rasul gönderir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in canı elinde olan (Allah)'a yemin olsun ki, eğer onlar ateşe girecek olsalar, onu soğuk ve selametli bulurlar."
Başka bir rivayette de ''Ve oraya girmeyen kişi, oraya sürüklenecektir"' ifadeleri yer almaktadır.